Friday, December 30, 2011

Ürün Tasarımı

Ürün Tasarımı mesleğinin kırkıncı yılı kutlamalarını izlerken, zaman içinde birikmiş ve gelecekte acilen çözülmesi gerekli soru ve sorunlar ortaya çıktı. İzninizle ‘olanı’ paylaşmak istedim.

Ürün Tasarımcısı olarak sayısız sorunla karşı karşıyayız. Bilim ve eğitimin insani sorunları çözebileceğini sandık. Ama yanılmışız. Sorunlar ve sorular azalacağına tarihte yaşanmadık boyutlarla karşımızda. Isınan Dünyamız için acil çözüm gerekli. Tek bir günü bile harcayacak zamanımız yok. Dini, etnik coğrafi ayrılıklar, insanın insana düşmanlığı, vahşet hepsi acil çözüm bekleyen sorunlar. Yeryüzünün bugün karşılaştığı çevre felaketi son yıllarda gerçekleşip gençlere bıraktığımız miras değil; aksine son birkaç yüzyılın açgözlülüğü, umursamazlığı. Eğitime özen gösteren az sayıdaki ülkede bile toplumsal çürüme ölçülemez boyutta. Şiddet orta hatta ilköğretimi tehdit eder durumda. Süper gelişmişliği ile öğünen ülkelerde bile anlamsız toplu öğrenci katliamları var. Düzensizlik, çatışma, korku ve mutsuzlukla boğuşuyor insanlık. Yaşam acılarla dolu ve biz onlarla nasıl mücadele edileceğini bilmiyoruz. Acının sona ermesiyle mutlu yaşam başlamaz mı? Acıyla nasıl baş edeceğimizi bilmeden mutlu olabilmek mümkün müdür? Yeryüzünün her köşesini sarmış yangını sonlandıracak zamanımız var mı? Mutlu değilsek yaşamın anlamı ne? Geleneksel düşüncenin artık çözüm üretemediği ortada. İnsanlığın büyük değişim eşiğinde olduğunu görmemek mümkün değil. İnsanın, insanlığın ayakta kalabilmesi için araştırması, sorgulaması, keşfetmesi, her şeyden şüphelenmesi ve yeni çözümler üretmesi gerekiyor.

Çözüm, sayısız bölünmüşlük içinden mi çıkar? İnsan sorgulamaktan korktuğu için mi çözüm aramaktan kaçmış? Kaçmanın anlamı ne? Yeryüzünün her köşesini saran düzensizlik Tasarımcıyı, Ürün Tasarımcısını ilgilendiren yaşamsal varoluş sorunu mudur? Yoksa konu uzmanların çözeceği, biz tasarımcıların ise seyahat ederek, para kazanarak, günü gün ederek işi oluruna mı bırakması gerekir? Bir yanda çılgın rekabet içinde hırsla kişisel başarıya odaklanmış diğer yanda, sevgi yumuşak kalplilik, barıştan söz ediyorum, bunun ikiyüzlülük olduğunu görmek neden işime gelmiyor? Rahatım kaçacağı için mi? Dünyanın yarısı açlık sınırında veya açsa ben nasıl rahatımdan bir nebze olsun ödün vermeğe yanaşmam? Eğer komşumun, iş arkadaşımın, meslektaşımın rahatını gözetmeyeceksem her fırsatta kolayca kullandığım; öğrencimi, eşimi, ailemi seviyorum lafının anlamı ne?

Dünya genelinde Ürün Tasarımcısı veya Tasarım eylemi içinde olanlar çevresine nasıl tepki göstermiş? Üretim içindeki bir sorumlu olarak doğaya yaptığı tahribatı nasıl algılamış? Tasarımcı çevresine yeterince duyarlı olabilmiş mi? Yoksa sorumluluğu üst düzey planlamacılara mı yıkmış? Çevreye olan duyarlılık siyasi politikalar içinde mi yer almalıydı, yoksa her bireyin tek-tek sorumlu olması gereken “eylem” içinde mi çözüm aranmalı? Eğitim çevre sorunlarını ne kadar önemsemiş? Çevre; yüksek lisans ve doktora tezlerinde hangi yıllar, hangi sıklık ve oranda yer almış? Profesyonel tasarımcı para kazanmanın ötesinde çevresini ne ölçüde önemsemiş? Çevre sorunları işletme ve eğitim içinde önemsenmiş mi? Düşünce; çevreyi, kendi kirliliğini, eğitimde ve işyerinde demokrasiyi neden yok saymış? Tasarım eğitimi çevre sorunlarını felsefi, teorik bilgi üreterek mi çözmeğe çalışmalı yoksa içinde mi yaşamalı? Çevre ve düşünce kirliliği, birbirinden ayrı konular mıdır? Düşünce kirlilik yaratan doymaz işleyişini kavradığında kirlilik kendiliğinden ortadan kalkmış olmaz mı? Düşünce kirliliği ile başlayan sorunlar çevremizi ve dolayısıyla yeryüzünü artık onarılması mümkün olmayan noktaya mı getirmiştir? Çözüme bütünün sorgulanmasıyla mı ulaşılır, yoksa “okulumu diğer okullardan daha iyi olduğunu nasıl kanıtlarım” sorununu analiz ederek mi? Düşünce analiz ederek sorun çözebilir mi? Edebilirse yüzyıllardır neden başarısız? Düşünce felsefi teoriler geliştirmek yerine neden kirliliğinin kaynağını saptayıp sorunlarını daha başlarken çözmek yerine ertelemek yolunu seçmiş? Felsefe sorun çözer mi? Yoksa sorun mu üretir? Eğitim, felsefeyi neden önemser? Kimilerinin gerekli ya da gereksiz olarak nitelediği Tasarıma felsefe üretmenin amacı ne?

Tasarım eğitimi neden çizerek düşünmeyi, kağıt üzerinde araştırmayı, çizimle anlatım becerisini küçümser? Çizemeyen mi küçümser? Düşüncenin “çizen eli” küçümsemesi altında yatan önemli neden ne? Çizme yeteneğini kaybetmek veya gelişimine aldırış etmemek, bilgisayara güvenerek tasarlamak yaratıcılığı sınırlamaz mı? Tasarlayan düşünce ve çizen el eşzamanlı hareket etmek durumunda değil midir? Ürün tasarımı; renk, biçim ve yeSni teknolojiler yardımıyla çevreye zarar vermeden yaşamı kolaylaştırmaz mı?

Deneyimli Tasarımcı geçmişiyle öğünen “romantizm” yerine yaşadıklarının ayrıntılarını geniş kitlelerle paylaşması ve gelen tepkilerden ders alması gerekmez mi? Tasarlayan neden kendini planlayan, üreten, arasında görmeyi arzular? Yatırım, ürün, üretim planlaması içinde demokrat ya da anti demokrat güç kullanan yönetim ne ölçüde tasarımcıya pastadan pay ayırır? Tasarımcı uygulayan mıdır? Yoksa planlayan mı? Tasarımcı neden karar mekanizmasının en üst kademelerinde yer almayı düşler? Düşlerinin ne kadarı gerçekleşir? İşletme -yatırımcı, mühendis, pazarlamacı, tedarikçiler, v.s.- radikal kararlar alırken Tasarımcıyı yalnız mı bırakır? Söz konusu yaşamsal kararları alırken tasarımcı özgür müdür? Endüstri, Ürün Tasarımcısını istediğini tasarlaması konusunda özgür bırakır mı? Yönetim, Tasarımcıyı baskı altında tutuyorsa, “yaratıcı eylem” tahakkümden kurtulabilir mi? Nasıl kurtulur? Tasarımcı üst düzey karar mekanizması içinde ne sıklıkla görev alır? Görev alabilir mi? Üst düzey yatırım, işletme kararlarını kim alır? Tasarımcı yaşamsal kararların alınmasında ne ölçüde etkin rol oynar? Radikal kararlar mühendislerce mi, yoksa tasarımcılar tarafından mı alınır? Bu tür araştırmalar yüksek eğitim sistemi içinde neden yer almaz? Ortaya çıkan sonuçlar neden geniş kitlelerle paylaşılmak istenmez? Kurumların birbiriyle olan rekabeti nedeniyle mi?

Meslekler ve kişiler arası gerekli gereksiz rekabet, düşünce sağlığı ve mutluluk önünde engel sayılmaz mı? Rekabet içinde hırslanan biri mutlu olabilir mi? Kıskanan bilinç mutlu olabilir mi? Mutlu olamayacaksa yaşamın anlamı ne? Tasarlanan ürünler, sistemler insanın mutluluğu için değil midir? Kullandığımız ürünlerle yaşam tarzımızı belirlemiş olmaz mıyız? Düşünce özgür olmaksızın mutlu olabilir mi? Ekonomiye, siyasete, geleneğe, inanca, hazza, eğlenceye, içkiye, uyuşturucuya tutsak bilinç mutlu yaşayabilir mi? Bilincin özgür kalabilmesi için tarafsız, şartlanmamış, olağanüstü uyanık olması gerekmez mi? Başarılı olma tutkusu içinde haz, romantizm ve dolayısıyla korku yok mudur? İnsan korku içinde yaşıyorsa mutlu olabilir mi? Korkudan korkan gözlemci nasıl mutlu ve özgür biri olabilir? Korkan biri anlamak kavramak yerine neden rahatına, kolay olana, geçmişin romantizmine sarılır? Başarılı olamama korkusu içinde yaşayan bilinç özgür müdür? Bilinç veya elle tasarlanmış imgelere tapmak, insanın tutsak oluşunu göstermez mi? Bilincin mutlu olabilmesi için; bakma, sorgulama, korkusuzca araştırma yetisini kazanmış olması gerekmez mi? Zengin fakir her kesimden insanın içine düştüğü sefaleti, gerekli gereksiz lüksü, kıskanç oluşunu, güce olan tutkusunu sorgulamaktan kaçınan bilinç nasıl mutlu olur? Korkunun; rekabetçi dolayısıyla saldırgan ruhun, kıskançlığın mutluluk önündeki engeller olduğunu görüp bunlardan ‘o’ anda kurtulmak mümkün değil midir?

A. Birgil, Arl. 2011

Labels: , , , , , , ,