Monday, August 20, 2018


Nasıl dost olduğumuzu bilmiyorum. Aynı yolda yürümenin sonucu desek, bunun inandırıcı yanı yok. Yolu yürüyen milyonlarca, milyarlarca insan var. Hepsinin hikayesi farklı. Yol uzundur. Sıkıcıdır. Coşku, sevinç, heyecan, ara sıra yolu canlandırsa da belirsizlik ve kaygı yüklüdür. Nereye varacağını bilmeden aylarca, yıllarca yürünür.

Yürüyenlerin çoğu nereye gittiğini bilir. Kendinden emin adımlar eşliğinde dik durmaya çalışırlar. İnandırıcıdırlar. Adımlar kısa sürede sıklaşır, kalabalıklaşır. Kendilerine bir derebeyi, ağa, derviş, hoca, kral veya başkan seçerler. Kalabalık giderek artar. Yolda artık çoşkulu, eğlenceli türküler, marşlar, şarkılar söylenmeye başlar. Eğlencenin bir gün kendi yaşamları gibi sona ereceğini kimse düşünmek bile istemez. Güven, birlik duygusu eşliğinde sayısız kavşaktan geçilir. Yolda güçsüz kalabalıklarla karşılaşılır. Onlar da eğlenceye katılırlar.

Bir gün beklenmedik bir anda karşılarına kendileri kadar eğlenceli, muhteşem bir kalabalık çıkar. Kimse korkusunu belli etmek istemez. Eğlenceden, kalabalıktan uzak duran bir kaç kişi, çok önceden uyarmıştır onları: Birlik beraberlik ruhunun karşısına, karşıtlıkların çıkabileceğini ve herşeyin geçici olduğunu.

Bizim dostluğumuz da yürürken başladı. Yürümeyi delice sevdik. Belki korkusuzluğun enerjisiydi bizi birbirimize bağlayan. Diğerleri gibi nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Kalabalıkla aramızdaki fark; onların bildiğini zannetmesiydi. Kalabalık bizden hızla uzaklaştı. Yalnız kaldık! Ama ne önemi var!

Korkmayan, yalnızlığı seven birkaç kişi daha katıldı yürüyüşe.

Çok sonra duyduk ki; karşılaşan kalabalıklar anlaşamamış. "Sen mi, ben mi?" derken, birbirlerini acımasızca yok etmiş.



0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home