Meslek kuruluşunun...
.
.
yirminci yılında, çözümü her nedense mümkün olamamış sorular denince akla ne gelir? Dile kolay yirmi yıl. Tabii neler yapıldığı gelir. Ne oldu yirmi yıl içinde? Sergiler, seminerler, konferanslar, yurt içi yurt dışı etkinlikler v.s.
Geçenlerde sohbet edilirken duydum, insanın gerçekte tek mesleği varmış. Diğerleri sonra gelirmiş. O da gerçeği bulmak. Ürün tasarımcıları olarak yirmi yıl içinde gerçeği bulabildik mi? Yoksa bizi başarıdan başka bir şey ilgilendirmez mi? Gerçek, insanın huzur içinde, mutlu yaşaması değil midir? Bunca seneyi mutluluk içinde mi geçirdik? Yoksa tesadüfen kendimizi içinde bulduğumuz kuruluşa, çoğunluğun anlam veremediği kurallar koyup bunları kımıldatılamaz hale mi getirdik? Bir meslek kuruluşu, üyelerinin mutluluğunu amacı haline getiremiyorsa çoğunluğun desteğini alabilir mi? Mutluluğu engelleyen ne? Engel; aşırı şişirilmiş ‘ben’ mi? Neden ben, kendini her şeyin üstünde görmeye çalışır? Üstünlük alışkanlık mı? Üstün insan, üstün öğrenci, üstün okul, üstün ülke ve üstün meslek kuruluşu. Üstün olma alışkanlığı insanın mutluluğu önünde engel sayılmaz mı? Üstün olmaya çalışan gerçekte korkan biri değil midir? Eğer eşsiz olduğunu düşündüğüm bir fikre veya mesleğe sahipsem ardından kaybetme korkusu benliğe yerleşmez mi? Sergi, seminer, mutluluk önemsemeksizin kuruluşun tüm zamanını alıyorsa, ‘çatışarak zorla biçimlenen’ diğerlerinin tepkisini çekmez mi? İnsanın eylem içinde, yalnızca ve yalnızca öğrenmek için çatışmaksızın var olması mutluluğun temel koşulu değil midir? Eğer kuruluş yalnızca etkinlik düzenleyip, enerjisinin tümünü güce dönüştürmek ve ‘ben’i şişirmek için harcayıp üyesinin meslek içi eğitimini yok saymışsa, meslek sorunlarına sahip çıkmayı aklından bile geçirmemişse başarının anlamı ne? Meslek Kuruluşunun başarısı mı önemli, yoksa yöneten sınırlı sayıda insanın başarısı mı? Yeni mezunun; profesyonel yaşam sorunlarını anlamaya çalışmayan, gelişimi için yeni şeyler öğrenmesini amaçlamayan bir kuruluş tabanının ilgisini çekebilir mi? Mezuniyetinin hemen akabinde nazik, kibar, yıkıcı olmayan, özü ve sözü demokrat tartışma içinde olgunlaşmanın erdemini kavrayamamış tasarımcı, yönetimin başına geçtiğinde etrafına nasıl davranır?
Geçmişe bakıldığında gelinen noktanın önemini küçümsemek mümkün değil. Mesleğin topluma ve yurt dışına tanıtılması konusunda kuruluşumuzun katkılarını görmezden gelemeyiz. Yüksek okul ve sonrasında eğitim bir noktada durur, gelişim yavaşlar mı? Yoksa sürdürülebilirlik, gelişim ve yaratıcılığı dolayısıyla birlikte öğrenmeyi mi sağlar? Gelinen noktayı iyi-kötü, yeterli-yetersiz olarak nitelemek mümkün mü? Yoksa iyi ve kötü iç içe olup, birbirini mi destekler?
Belki geldiğimiz nokta yeniye gebe: Kim bilir belki olumlu olumsuz olarak nitelenenler yeni olanı başlatmak üzere. Kim bilir belki gelecek; meslektaşını öğrencisini azarladığı gibi azarlamayan, hatta öğrencisini de azarlamayan, küçümsemeyen, gönülden birbirine bağlı, kıskanmayan, birbirini kayırma gereksinimi duymayan, takım tutar gibi okul tutmayan, diğer eğitim kurum veya işyerlerini düşmanı olarak görmeyen olgun tasarımcı topluluğunu yaratmak üzere. Kendini merkez ve şube gibi anlamsız hiyerarşik yapılanmalardan koruyan, meslektaşının mutluluğunun kendi eğitim ve öğrenimi için hayati önem taşıdığını gören yeni kurumu yaratmak üzere.
A.Birgil, ocak 2015
Labels: a birgil, armağan birgil, düşünce, eğitim üzerine, endüstri tasarımı, meslek kuruluşunun, sevgi, sezgi, tasarım, tasarım disiplini, tasarım eğitimi, yaratıcılık
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home