BİYOGRAFİ
Değerli dost!
Birinin özgeçmişini incelemek her zaman aradığın bilgiyi karşına çıkarmayabilir. Çoğu biyografi solgun, cansız, parlatılmış bilgiler içerir. Geleneği, eskiyi, tecrübeyi yansıtan bilgi yığınları. Nerede doğdun? Kimlerle çalıştın? Neler başardın? Adının önündeki takıları ne zaman yerleştirdin? Hiçbir özgeçmiş yenilgiden, başarısızlıktan söz etmek istemez. Şirket özgeçmişleri, yenilgileri küçük aksilikler ve ‘yeniden yapılanma’ adı altında vurgulamaya çalışır. Başarılar ise uzun uzadıya anlatılır. Özgeçmiş okuyarak, hüznün, sevincin ya da o güne kadar anlam veremediğin ama akıl köşesinde yıllardır bekleyen tarif edilemez duyguların canlandığını hissetmek nadir rastlanan bir şey olmalı.
Yaşam içinde olan biteni anlama isteği tasarım kadar önemli olabilir. İzleme tutkusu -açık konuşmak gerekirse- tasarıma ayrılacak zamanı kısıtlar. Karın doyurabilme uğraşının henüz başında ‘arananın’ para kazanma telaşı içinden çıkmayacağı kanısı uyanırsa: Tasarım işiyle kazanılan paranın yarısı okuma ve araştırma için harcanır. Anlam edebiyat içinden mi çıkar? Belki sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, tasarım tarihi, bilim tarihi, sanat tarihi, düşünce tarihi, felsefe içinden yaşama anlam katacak bir şeyler bulunabilir? Yıllarca, iz bırakmış konu başlıkları ve kişiler taranır.
Önce diplomalı tasarımcı olma fikrinin sahte bir güven duygusu aşıladığı ortaya çıkar. Profesyonel yaşam ‘ben’ duygusunu kimi zaman törpüler, kimi zaman örnek olduğu düşünülen yöneticilerin başarılarının taklit edilebileceği düşüncesi körüklenir. İlişki kurulan ya da içinde çalışılan işletmeler, eğitim kurumları, Zen gibi kimi örgütlü birlik ara sıra bir yere varılmış hissini yaratır. Sonra her hangi bir kurum, kişi veya düşüncenin ardından sürüklenmeme fikri sahte bir başarı duygusu yaratır. Orta yaşların tükenmesiyle birlikte araştırılanların bilgi biriktirmekten, düşünceyi şartlamaktan, aklı içinden çıkılmaz çatışmalar içine sürüklemekten başka bir işe yaramadığı ortaya çıkar. Deneyim biriktirerek, tecrübeler kazanarak başarı tutkusuyla sağa sola saldırarak hiç bir yere varılamadığı; izleyenin izlenmesi yaşamın anlaşılması demek olduğu; izleyenin izlenmesi sonsuza kadar sürdürülebileceği; ilişkilerin ayna görevi görebileceği; ‘Ben’ duygusunun sevgi -eş, meslek, çocuk sevgisi- önündeki önemli engellerden biri olduğu; ayrıca bütünün ‘ben’ den ayrı bir şey olmadığı; ‘Neyse o’ anlaşıldığında ya da biriktirmeden dikkatlice izlendiğinde, aklın en yetkin, sade, korkusuz, yaratıcı konumuna ulaşabileceği; bağımsızlık ve reformist çözüm önerilerinin akıl oyunları olduğu; özgürlüğün direnmek anlamına gelmediği ortaya çıkar.
Ayrıca tasarımcı biyografileri kurcalamanın zerre kadar önemi olmaması yanında; detaylar yardımıyla bütünü görmeye çalışmak yerine, bütünün kavranması sonrası detayların çözümlenebileceği ortaya çıkar.
Labels: a birgil, armağan birgil, düşünce, endüstri tasarımı, sevgi, tasarım, tasarım disiplini, tasarım eğitimi, yaratıcılık, yaratım
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home