Yaratıcı
‘Yaratıcı olmak’, ‘bulmak’, ‘başarmak’, ‘yenilmek’, ‘çatışmak’, ‘kaçmak’, ‘yakalamak’ diye düşünceyi bölmek yerine, ilişkiler ağı içinde sürekli yenilenen yaşamın farkına varılabilir miyim? Belki o zaman özgür olmak, keyif ihtiyacı duyup duymamak, yaratıcı olmak veya yaratım isteminin kesintiye uğraması gibi karmaşık sorunların üstesinden gelebilirim.
Düşünce ürettiği sayısız parçalanmışlık, bölünmüşlük içinde yönünü, kaybeder. Aile, toplum ve ülkeler kendiliğinden üreyen bölünmüşlükler, tarih içinde politik, felsefi, bilimsel, teknolojik, ulusal, dini çatışmaların canlı kanıtları olarak izlenebilir. Düşünce ağır yükü altında başka birinin yaratıcılığını kabul etmek, ona hoşgörüyle yaklaşmak istemez. Çünkü kendi yaratıcılığı en üstünü temsil eder. Günümüz eğitim kurumları, tasarlayan üreten dev işletmeler, bürokrasi inanılmaz rekabet ortamı içinde, birbirlerinin sözde yaratıcılığını her fırsatta küçümseyerek varlıklarını sürdürmeye çalışır.
Düşünce anıları hatırlar ve karşılaştırma yaparak onları düzene sokmaya çalışır. Sürekli değişen, yer değiştiren düşüncelerle varolmaya çalışır. Eskiyi terk etmeye çalışan yeni düşünce. Başarma, edinme, korunma, yenme, hepsine üstün gelme, yaratma, yaratamama düşüncesi. Diğer yandan saldırı ve şiddet, bir yere varma kaygısıyla düşünce içine yerleşiyor olabilir. Akıl yüzyıllarla öyle fazlalıklar biriktirir ve kendini öyle bir kargaşa içine sürükler ki, artık on binlerce, yüz binlerce ayrıntının mutsuzluğuna, şiddetinin kaynağı olduğunu göremez. Gerekli gereksiz bilgi, dedikodu, sürekli yer değiştiren fikir ve düşünceyle yaşamaya çalışır. Sonunda: Yeni bir hoca, yeni bir koca, yeni bir kurtarıcı, yeni bir eğlence, yeni bir hobi, bir ülke, bir dünya bulmaya çalışarak direnir. Tepki gösterir. Sıkılana kadar bulguladığı yeniye ve yaratıcılığına hayran kalıp, her fırsatta bunu dünya aleme duyurmak ister. Sıkılınca? Kağıt mendili gibi kullanır atar.
Genellikle dış dünyamızı, etrafımızı izlerken verdiğimiz eleştirel dikkati iç dünyamıza yönlendirmeyiz. Birilerini izlemek yerine, aklın kendini dürüst bir dikkatle izlemesi, yaratım ve sözde keyif duygusunun anlaşılmasını sağlayabilir. Bir eğitimcinin veya yöneticinin kendine yapılan haksızlığa şiddetle tepki gösterirken, bölümünde, departmanında, ofisinde, işletmesinde kendisine yapılan eleştirileri bastırmaya çalışması gibi. Büyükler, hocalarım, müdürlerim çok çalışmanın, az aşınmanın şöyle ya da böyle düşünmenin, disiplinli yaşamın, bir ekip içinde uyum içinde varolmanın yeterli olduğuna inanır. Bu kısmen doğru olabilir. Sanki bizden beklenenleri doğru bir şekilde büyüklerin isteği doğrultusunda yerine getirebilirsek, her şey keyif içinde aşarak, taşarak, yaratarak gerçekleşeceği beklentisi hakim olur. Oysa disiplin tarafsız gözlemi çarpıtır. Durumu kontrol çabası ise çatışmayı körükler. Aksilik olduğunda genelde nerede hata yapıldığı düşünülür. Hiçbir zaman hatanın büyükleri de biçimleyen daha büyüklerden, yani geçmişin disiplininden kaynaklanabileceği aklımıza gelmez. Ancak geçmişin sorgulanması önümüze yeni ufuklar açabilir. Bildiğimi düşünüyorsam öğrenmeme gerek kalmaz. Eğer bilmiyorsam öğrenme kanalları açık kalır.
Etrafımızda olan biten, yaşadığımız şehir, ülkemizi barındıran coğrafya etrafında yüzyıllarla oluşan siyasi, ekonomik ilişkiler atalarımızca oluşturulmuş düşünce kalıpları olabilir. Olan biteni bir bütün olarak görmeden, anlamadan kişisel ilişkilerde düzen aramaya kalkmak iğneyle kuyu kazmak. Düşünce geçmiş bilgilerle yola çıkar. Seninle sevimli bir anımız varsa dostumsun. Hoş olmayan şeyler yaşanmışsa aramızda, düşman kardeşleriz. Düzen bu bilgilerle kurulmaya çalışılır. Ne derece olumsuzluklar yüklü olduğunu bilmeden tarihe, zamana güvenilir. Sözde ekonomik sistemler, toplumsal fikir akımları, yaşamı çözümlediğini savunan felsefi düşünce aynen doğada yaşandığı şekliyle önce doğar, büyür gelişir ve ardından kaçınılmaz sonla sonsuzluğa mal olur. Önemli keşiflerin hepsinde, geçmiş bilginin, o zamana kadar birikmiş bilgi yığınlarının yıkılışı yanında yeninin ortaya çıkışı izlenebilir. Kısa süreyle eski bilgi savunucuları yeniye direnir. Çeşitli çıkar ilişkileri nedeniyle eskiyi sürdürmeye çabalar. Ancak çoğunluğun kısa sürede yeniyi kabullenmesi ardından yenildikleri anlaşılır: Jung, Freud’un bazı ruhbilimsel yaklaşımını eleştirdiği için ustası tarafından aforoz edildiğini; Einstein’ın geliştirdiği olağandışı yaratıcılık ve bilimsel kanıtlarla desteklenen gözlemlerinin zamanın hocaları tarafından insafsız ve seviyesizce aşağılandığını; Jung’ı yakın çevresinden uzaklaştırdıktan sonra Freud’un kendisine inanmış olanlarla, kendini eleştirilerden koruyan bir düşünce birliği oluşturduğunu. Gurubun bağlılık yeminli yüzükler taktıklarını. Freud’un bir dönem kokain kullandığını. Günde 20-25 puro içtiğini. Diğer meslektaşlarının o zaman için uçuk kaçık buldukları bazı gerçekleri ‘ahlaksızlık’ ve ‘delilik sınırlarında’ olarak tanımladıklarını tahmin eder miydiniz? Sizce; sonuç için kendini paralayan düşünce yığınlarının bilinçaltında önce isteksizlik, sonra sıkıntı, kaygı ve ölüm korkusunu körükleyebileceği yönündeki akıl oyunlarının ne anlama geldiğini Freud çözümleyebilmiş midir? Bölerek anlamaya çalışan aklın, düşünceye sürekli yer değiştirdiğini.
Bilen birine, bir otorite inancına uyum sağlamak yaratıcı bir eylem sayılamaz. Uyum sağlayan, itaat eden biri yaratıcı olduğundan söz edemez. Hoca, guru, kurtarıcı ya da herhangi bir otoriteyle olan ilişkilerimiz ayna görevi görerek ancak kendimizi tanımak konusunda yardımcı olabilir. Genel müdürüm, Departman Müdürüm, Fabrika Müdürüm, Pazarlama Müdürüm, ne çizip çizmemem, ne üretip neyi pazarlamam konusunda sürekli yeni bilgiler aktarmaya özen gösteriyorsa, özgür olduğu şüphe kaldırır yaratıcılığımın keyfinden söz edebilir miyim? Ya Araştırma Geliştirme departmanlarının saklı gizli mekanlarında parçalanıp incelenen rakip ürünlerin yaratıcılığımıza getirdiği yenilikler... Arabaların çamaşır makinelerinin, elektrik süpürgelerinin, uçakların, tarım ve el aletlerinin tıpkısının aynısı üretilmelerinin ve pazarlanır olmasının yaratıcılık üzerindeki etkileri... Tıpkının aynısını tasarlayıp, üretip, pazarlayarak; en yaratıcı, en keyifli çözümün tarafımızdan, ekibimizce başarıldığını dünyaya duyurmak gibi. Eğer çizdiklerim sonu gelmez alışkanlıklar zincirinin birer halkasıysa keyifli olmaktan söz edemem. Tutsak, bağımlı alışkanlıklar tarafından sarmalanmışsam, zorlanıyorsam keyif arayışım doğal bir direnme biçimi olarak yorumlanmalı.
Yaratıcılık sözcüklerle anlatılmaya ve onlarla anlaşılmaya çalışıldığında basitliğini yitirir. Sözcükler uzayı, evreni, sevgiyi, seksi anlatmayı ne derece becerebiliyorsa yaratıcılığı da aynı yetkinlikle tanımlar. Ne az ne çok. Doygun tanım için akıl geçmişi tarayıp onda işine yarayacak bölünmüşlükleri hatırlayıp, işine geldiği biçimiyle kullanmaya çalışır. Düşüncenin geçmişe bağımlı kalışı yaşamın basitliğini hissedebilmesi önünde önemli bir engel olmalı.
Akıl içinde yaşadığı zamanın ve mekanın sonsuzluğu karşısındaki çaresizliğini bulguladığında yaratıcılık önündeki engellerin kendiliğinden kalktığını hissedebilir. Doğanın olgun, güçlü, zamana saygılı yaratıcılığı yanında, düşüncenin şımarık yaratıcılığı. Yaratıcılık bir bütün olarak algılanmalı. O ne bir kişinin, ne bir gurubun, ırkın, kültürün, kurumun, ne de bir ülkenin malı olabilir. Yaratıcılığım dünyanın yaratıcılığı. Dünyanın yaratıcılığı bireylerin yaratıcılığı. Yaratıcılık ve tasarım kesintisiz hareket eden, değişen insan ve doğa ilişkilerinin karmaşık yapısı içinde oluşur. Düşüncenin değişimi durdurup olan biteni incelemeye kalkması ve bir sonuca ulaşmaya çalışmasıyla, varolduğunu düşündüğü düzensizliğin daha da içinden çıkılmaz bir kargaşa içine çekileceği söylenebilir. Düşünce bütün içindeki yerini ve önemini hissettiğinde, artık inceleme, araştırma ihtiyacı duymayabilir. Sözde tecrübeler adına nefes ve enerjisini tüketmekten vazgeçer. Değişim içinde zorlanmadan yaşıyor olması zaten deneyimin kendisi demek olur. Aklın ulaşabileceği en yalın, en basit yaratıcılık durumu olarak bulgulanması gereken bu durum, ‘şimdinin deneyimi’, ‘neyse o’, ‘olduğu gibi’ ya da düşüncenin şimdi içinde bulunması olarak tanımlanabilir.
Yaşam izlendiğinde, yaratma isteminin zorunlu olduğu hallerde isteksizliğin ve direnmenin ortaya çıktığı gözlemlenebilir. Yaşam içindeki bölünmüş, parçalanmış sayısız düşüncenin birbiriyle çatışması isteksizliğin, kendini gerçekleştirememe duygusunun nedeni olabilir. Karşılaştıran, rekabet eden bölünmüş parçalanmış düşünce kendisiyle, etrafıyla kaçınılamaz şekilde çatışır. Seçmek zorunluluğu duyan, sürekli seçerek değerlendirmeye çalışan düşüncenin enerjisi tükenir ve oluşan düzensizlik içinde yaratıcılığı zedelenir. Düşünce ancak tamlık ve iyilik duygusu içinde yaratıcılığının sınırsızlığını hisseder. Oysa keyif ve haz isteğinin alışkanlık haline gelmesine aldırmayan birinin giderek artan madde bağımlılığı, abartılı istek, çarpıtılmış duygular, sürekli fikir değiştiren ilişkiler geliştirebileceğinden söz edilebilir. Düzen içinde çatışmayan sayan, seven ilişkiler yer alır. Yaşamın düzeni planlanamaz. Planlama eski bilgiyi hatırlayıp kullanmaya çalışır. Koşullanmamış, geçmişe ihtiyaç duymayan yaratıcılık ise, yeniyi zorlanmadan bulur, zorlanmadan kullanabilir. Meslek, eş, çocuk, arkadaş sevgisi söz konusu olduğunda ‘karşılıksızlık’ ilişkilerde tarif edilemez sadelik, rahatlık ve düzen geliştirebilir. İşyerinde, aile içinde bireysellikten arınmış, kıskanmayan, işbirliğine yatkın anonimlik duygusu. Yaratıcı olup olmamanın önemini yitirdiği anonimlik. Geçmişi ve geleceği önemsemeyen yaratıcı değişim.
Labels: a birgil, düşünce, endüstri tasarımı, sevgi, tasarım, tasarım disiplini, tasarım eğitimi, yaratıcılık, yaratım
0 Comments:
Post a Comment
Subscribe to Post Comments [Atom]
<< Home